30 Haziran 2011 Perşembe

kıyısız



gözlerinin sürmesi topak olmuş kirpiklerinde. bil ki burnundaki direk sızlamıştır. ıslaklık, o kara çizgide bulanmış, fizik ötesi bir ağırlıktır. bir filmden çaldığı, yüzükteki zehir fikrini aklının bir köşesinde itina ile saklamaktadır. gelgelelim korkar o parmaklarından, bilhassa parmak uçlarından. babası tek tek parmaklarını öperdi. şimdi ne zaman bir niyet tutup ölmeye dursa, korkar kendi cinayetine babasının dudaklarını suç ortağı yapmaktan.
hani ölecekse ellerinden bağımsız ölmeli; bir taksiciyi tehdit edip köprüde inmeli, önce oturup bariyerlerden ayaklarını sarkıtmalı aşağıya. polis gelene kadar birkaç dakika belki, şehri izlemeli. burayı hep sevdi. en yaramaz çocuklar bile uyurken masumdur. bu nokta, şehrin uyuyan yüzüydü. böylesi iyi olabilirdi. yalnızca o çakılma gerçekleştikten sonra birkaç saniye zamanı olsun ve ölmekte olan yüzünü daha cesedi sudan çıkmadan unutacak birkaç balık görsün isterdi. renkleri ve cinsleri mühim değil, gözleri olsa yeterdi.
aynası üç parçadır onun. yüzünü üçe bölüp incelemeyi hayatı anlamlandırma çabaları kapsamında işe yarar bulur. sağ gözü sol gözünden, çenesindeki çukuru hiç haz etmediği diline ev sahibi olan ağzından ayırır.
aynası üç parçadır, göğsün çekirdeğinden merhameti, yüzün kabuğundan masumiyeti, soy kılıfından insanlığı ayırır. saçlarını, başını ayna karşısında döndürerek tarar – zaten tarakla pek iyi anlaşamaz. saç taramak sıkıntılı bir durumdur, can yakar. bu sebeple, bu mevzuda parçalanmış yansıma, insana boyut değiştiriyormuş hissi verir, saçlarının karmaşasını unutur. babaannesinin sefadan uzadığını iddia ettiği saçları, kendi içinde daha koyu bir siyaha düğümlendikçe limon kolonyası kokusu duyar. ve bir anne sesi kulağını sıyırıp geçer.
anne sesi tıkanan damarları açar ve kan yürür. yeniden bir çocuk yüzüne dönüşür yanaklarında alıcı bir kırmızıyla. elleri de küçülebilse diye dua eder, peşine düştüğü serçe kuşunu korkup saklandığı küçük delikten çıkarabilmek için. bir gelincik koparsın, eve gelene kadar dağılsın yaprakları, asfalt insandan başka bir canlının enkazına dokunsun ister.
bir karahindiba hikâyesine benzetilmiştir aslında. muhakkak bilinçli değil. yazmak için seçtiği vakit erken görünür. lakin bu işi en iyi dağlar bilir. ufacık bir ses bir kar kütlesini yerinden eder. durdurmak imkânsızlaşır. kar aşağı dökülür.
üstüne yazılabilir bir nesne olduğu için kâğıda acımaktadır aslında. yazarken hissettiklerini o da hissediyor mudur acaba diye düşündüğü olur. ve hissettiğini varsayıp çok güçlü bir nesne olduğunu söyler onun duyabileceği kadar hafif bir ses tonuyla. yazdıklarına bakar ara ara. paragrafları kendi içinde anlamlı fakat diğer paragraflarla olan bağları bir soyutluk… ömür gibi. hafızanıza dokunun, zaman dilimleri arasındaki geçişleri hiç kimse hatırlamaz. hatırlanmayanlar yahut hiçbir zaman unutulacak kadar bilinmemiş olanlar elbette var olmamış değildirler.
sokaklarda çöp gibi insan kokusudur, gezer, ruhun direğini kırar. yağmur yoktur. çamur yoktur. kokuyu rüzgâr yayar. insan çürüyebilen çürütebilen çürütülebilen hem etken hem edilgen üçtebirisu bir et parçasıdır. bu bilimce görülen.
günden güneşten bağımsız dili, söz kıyılarına vurup kesildikçe muhalifliğe davetiye çıkarır. sessizliği özler. ezan okuyan saat, kurulu olduğu vakitte namaza çağırmaya başlar. insanın elleri vakitsiz işlemeye aşinadır. saatin minaresine bir kuş yerleştirmiştir hevesle, gerçek bir camiye benzesin diye. fakat ezan okunur, kuş yere düşer, gerçek minarelerde olanın aksine.
gözlerinin sürmesi topak olmuş kirpiklerinde. içindeki bu cenk meydanında ölen öldü, kalan sağları karıncalar süpürmüştür. yaşlanan şiirlerin elleri damar damar olmuştur ve lekelere ev sahibi...
sokaklarda insan gibi çöp kokusudur, kalbin direğini kırar.
insan, bir ne oldum ve ne olacağım sorunudur. gece, düş, ölüm, imtihan…

22 Haziran 2011 Çarşamba

hikaye




eskittiğimiz zamanları,yeni alınmış bir makasla kesmek  adaletsiz mi acaba diye düşünüyorum.ağlayıp ağlayıp o makası pasla tanıştırsak mesela,sonra tam kalbine saplasak,kanı aksa..canlılık emarelerini böyle kanayarak sürdürebilirler ancak.her burkuluşunda içinizde bir damla akıtsanız,yine geldiği yere dönse de kan,akıtsak işte bir damla..ölmesinler istiyorum..

20 Haziran 2011 Pazartesi

uyu,uyu





boğazımdan aşağı kendi etrafında ağır ağır dönen bir bıçak gibi inen şarkılar var.içimde nereye gittiklerini,yara izlerini takip ederek bulabilirsiniz.ama en derinini olağan bir güvenlik önlemi sayılabilecek kaburgayla muhafaza ediyoruz.kaburgayı parçalamadıkça,göremezsiniz.


16 Haziran 2011 Perşembe

müsadenizle



okul bu kez gerçekten bitti.yani bildiğimiz anlamda okul,sıraları olan-hatta şu bitirdim dediğimde sıralar yere sabitlenmişti-. beni el birliğiyle şizofren yaptılar.son zamanlarda sıraların kol kola verip halay çekmeye çalıştıklarını görüyordum.sadece oldukları yerde kollarını hareket ettirebiliyorlar,bağırıyorlar,kızıyorlar! fakat “discourse analysis” gibi fiyakalı dersler vardı. Sıraların özgürlük tutkusu, hiçbir yetkilinin ilgisini çekmedi koca bir dönem boyunca.bölümümüz dün havaya “kep” fırlattı.bana bir “huni” verselerdi emin olun bunu daha mantıklı bulurdum ve o topluluğun arasına katılma isteği sadır olabilirdi gönlümde.kısmet..
sözün doğrusu, kış aylarında,rüzgardan uçuşan başörtümü ait olduğu yere yerleştirmeye çalışırken kapının önünde,gözümün içine bakarak eğlenen güvenlik görevlisini hiç özlemeyeceğim.
evet bitirdim.çok güzel insanlar tanıdım.güzel insanların,bize yıllardır giydirmeye çalıştıkları o cübbeleri sadece bedenlerine giymiş oldukları inancına sığınarak..

14 Haziran 2011 Salı

hep,çok


eş zamanlı okunup yazılan bir kitap keşfettim.300 küsür gün,sonsuz küsür rüya..kuşlu bir şiirle başlıyor..kimse okumaya muktedir olamasın istiyorum,ben nefes aldıkça.