27 Aralık 2012 Perşembe

sonrası,öğrenilmiş çaresizlik




              __ nereden geliyorsun Mehmet Yasin?

              __ düşünce becerileri dersinden..
           
              __ ne düşündün Mehmet Yasin ?

              __ hiç bi şey düşünmedim, yine ödev verdi,şimdi ingilizce öğretmeni de verecek,e sen de verdin,
             Hilmi Öğretmen de verecek, ben, bu kadar ödevin altından nasıl kalkarım,şu anda onu düşünüyorum

             ___ ... ! :) (:


4 Aralık 2012 Salı

herkesin, balığın karnında geçmiş ya da geçecek bir gecesi vardır.yunus peygamber o kaygan karanlığa boşuna salınmadı.gün doğana kadar sen gecenin içindesin.gün doğduktan sonra gece senin içinde.

3 Kasım 2012 Cumartesi

:):)

sonbahar çiçek açtı bugün.seni beklemek ne güzel..

13 Ekim 2012 Cumartesi

...

..oysa bir cümleyle yıkanırdı kalbim.öyle hazırdı ıslanmaya.buluta yağmurdan sorulmaz.yüklen gölgeni.bir dağın dilsizliğini okşa.taşları traktörlere yüklenip kaçırılan bir dere gibi,kendi içine ağla.ağlamışlığın balığın vefasına bulaşsın.yosunlu bir kayanın üstünden kaysın ve sessiz bir köşede bekleyen oltaya kendini assın.namın yürüsün.
"dere bir ıslak düşü,dalgın bir oltanın ucunda kurutmuş" desinler.


5 Ekim 2012 Cuma

"büyüyünce alışırım,dimi öğretmenim?"

24 Mayıs 2012 Perşembe

19 Mayıs 2012 Cumartesi

bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. hep böyle mi bu?
bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…
kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’ im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına,
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına,
niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
“ öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna. ” bir çocuk demiş.

bir çocuk alıp başını dağa yürümüş. kendine en yakın dağı seçmiş, zira katlanmak mümkün değilmiş artık şehrin içinden geçen yolların karmaşasına. söylenen şiir, ders kitabını kapatıp sınıf kapısına yürümek ve bir daha dönmemek niyetiyle söylenmiş. Çünkü arkasına “öyle güzel” olan için göğüs kafesine yumuşacık dökülecek bir temenni eklenmiş. ya da belki bundan hiç bahsetmemeliydim. 


18 Nisan 2012 Çarşamba

ışığıyla senin dilini yıkayan bir ay var ağzının içinde, başka türlüsü mümkün değil.

11 Mart 2012 Pazar

Küçük Ağacın Eğitimi/ Forrest Carter




*  “bir şey yitirdiğin zaman yorulmak iyi gelir.”

*  yumuşak bir sesle “gidişat böyle” dedi. “yalnızca gereksinim duyduklarını al. geyik alıyorsan en iyisini alma. en küçük ve yavaş olanını seç, o zaman geyik daha güçlü olur ve her zaman sana et verir.”

*  güldü; “yalnızca Ti-bi, yani arı, kullanabileceğinden fazlasını depolar… bu yüzden ayı tarafından soyulur. Rakun ve Çerokiler tarafından da… paylarından fazlasını depolayan ve kendilerini besleyen insanlar için de bu böyledir. ellerindekini kaptırırlar. bu konuda savaşlar olur… uzun konuşmalar yaparak paylarından fazlasını ellerinde tutmaya çalışırlar. bir bayrağın onlara bunu yapma hakkı verdiğini söylerler… erkekler, sözler ve bıçaklar yüzünden ölürler ama Gidişat’ın kurallarını değiştiremezler. ”

*  “politikacılar” dedi, “araştırırsanız tarihteki bütün cinayetlerden onlar sorumludur.”

*  büyükbaba , aynı şeyin, duyulara egemen olan duyguların, Yaşlı Rippitt gibi insanları da aptallaştırdığını defalarca gördüğünü söyledi. ki sanırım öyleydi…

*  büyükbaba dedi ki daha az sözcük olsaydı, dünyada bu kadar çok sorun olmazmış. bana ,özel olarak,sorun yaratmaktan başka işe yaramayan bir sözcük oluşturmanın çok aptalca olduğunu söyledi. ki bu da mantıklıydı. büyükbaba sesten ya da bir sözcüğün söyleniş biçiminden, anlamından yanaydı. farklı sözcükler konuşan insanların müziğin sesini dinleyerek aynı şeyi hissedebileceğini söyledi. büyükanne bu fikri kabul etti çünkü birbirleriyle tam da böyle konuşuyorlardı.

*  “sanırım”dedi “birçok insanın gizli bir yeri vardır ama hiç araştırma yapmadığı için bundan emin olamaz.”

*   büyükanne, beden aklını açgözlü ya da hırslı olma için kullanır, onunla her zaman insanları kandırır ve onlardan nasıl maddi çıkar sağlayacağını düşünürsem ruh aklını bir cevizden daha büyük olmayan bir boyuta düşüreceğimi söyledi.

*  büyükanne, ölü insanı kolayca tanıyabileceğini söyledi. “ölü insanlar…” dedi, “bir kadına baktığın zaman pislikten başka bir şey görmezsin. onlar öteki insanlara baktığı zaman kötülükten başka bir şey görmezler. ağaca baktıkları zaman kereste ve çıkardan başka bir şey görmezler; hiçbir zaman güzellik görmezler. işte onlar yürüyen ölü insanlardır.”

*  büyükanne, gizli yerimdeki o yaşlı,tatlı sakız ağacının da bir ruhu oladuğunu öğreneceğimi söyledi. insanlarınki gibi bir ruh değil,ağaç ruhu olduğunu..

*  her zaman arkada kalmak bir tür yalnızlıktı.

*  son kelebek çukurdan uçup gitti. büyükbaba ile mısır soyarken bir mısır sapına kondu. kanatlarını açmadı. yalnızca kondu  ve bekledi. yiyecek depolama amacı yoktu. ölecekti ve bunu biliyordu. büyükbaba dedi ki, kelebek birçok insandan daha akıllıymış. bu konuda üzülmezdi. amacını yerine getirdiğini ve şimdi amacının ölmek olduğunu biliyordu. bu nedenle güneşin son sıcaklığında orada bekledi.

*  ne kadar uzağa gittiğini bilmiyorsan ,çok uzaktır. kimse bana söylememişti.

22 Ocak 2012 Pazar

Yaşamak/ C. Zarifoğlu



* ne çok acı var.

* ve zorluk çıktıkça kolayı bulur zira kolaylaştırmak buyurulmuştur bize, ve söyler iyilik biçimleriyle duran ağzım. ve tüm koşuşmalar ortasında insanları alıp buran olayların en içlerine sarkar şair kanım. imkan nispetinde.

* hudutsuz çöllerin metanetini kelimelerini içinde tutan ve derinden derine o kargaşaya rağmen o esmer adamın söylediklerini duydum: la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.kaderin birdenbire bir çarpıcılıkla ortaya çıktığı bu kaza ile bu teslimiyet ve yaradan sığınma arasında bir kaç saniye derin bir başıboşluk yaşadım. şüphe mi hayır isyan mı hayır bunların hiçbirine uzantısı olmayan fakat bizim sınırında durmaya mecbur kaldığımız gerçeğin üzerimize bırakılırken doğurduğu deprem.

* elinden tutarak aydınlığa çıkmak yağmura rağmen bir çayevine akmak isterdim.

* _ ne olacaksın okuldan sonra dedi o.
   _ yıldız
   _ nasıl?
   _ yıldız olacağım.
   _ ne anlamda yıldız?
   _ yıldız anlamında yıldız. gökteki yıldızlardan, pekala, ağlama.

* anne mükemmel bir üleştiricidir.

* halkın inanmadıklarına bina edilmiş sistemlerle kaybettik.

* umutsuzluğun kapımıza gelmesi için az mı bekledik?
   umutsuzluk mu, yoksa ince derin bir şikayet mi?
   yoksa

   faaliyet içinde geçen gece ve gündüzlerimizin bizi bıraktığı anlarda kalbimizi eline geçiren ve henüz mahiyetini anlamadığımız melal mi? bir iki adım daha atmamak için nasıl da direniyoruz. dayandığımız şeylerin hangisi buna değerdi? küçücük oluşlarda, hemen yakınımızdaki selametlere koşacağımıza amansız gururmuza boyun eğip hazımsızlıklariçinde birdolu ufak sıkıntının altında ufalandık durduk.- ve umutsuzluğun kapımızdan ayrılmaması için az mı çabaladık.

* insan gittikçe daralan dünyasında neden mutsuz? herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi? 

* güneş akşamla ufukta aşağıya doğru inerken hem köyün hem de mezarların üzerinden çekilir.- insanlar gece gündüz karışık sıralarla tabiata yaklaşırlar. sayımı yoktur.
apartman katlarından bulup çıkarılan araçların altından kaldırılan  insanlara, sözlerimizle tabiatı vehmettirebilmek durumunda mıyız?

* karşılaştık. … tahta sırada susarak oturduk.birbirimizle içimizden konuştuk. ben onunla içimden konuşuyordum. birbirimize bakmadan denize baktık. İstanbuldu. “sensin” dedim. değişiklik olsun kendimizden çıkalım,başka bir kişiliği deneyerek o feci konuşamamayı dağıtmak için.

*  mutluluk üzerine bir cümle söylemeyi düşünüyorum. çelimsiz ve imla kurallarına uyabilsin. “aniden açılıyor kapı,içeriye kim girse beğenirsiniz”.. gibi felan başlayan. otuz kişilik koğuşta kömür gibi yatıyorum. bu bindokuzyüz yetmiş yılında ben nerdeyim.
şüphesiz dışarısı cehennemdir diye düşünüyorum. yabancılar için avrupanın elinde, ömrün süfli bir kesitine hitap eder cinsten bayağı bir mutluluk kalmıştır.
o zaman:
mutluluk mudur bu kalan?..
onun için daima dönülür.

* /inandığın bir harekette yanındakilerin kararlığını kritik anlarda anlamaktan Allaha sığın/

*  birazdan okyanusu göreceğim diyorum kendime onun büyüklüğünü ne büyük bir su olduğunu anlayarak. tepelerden sonra birden o. ufku ne kadar büyük bir yay. bir defada görülemeyen,bütün sadeliğine ve insansızlığına rağmen, duyulan ilk ilgiyi kendine katlamalarla arttıran ağır ağır kımıldayan bir hayvan bu. bir mahluk. bir şeyi sarsıp değiştiriyor insanın içinde. başkalaştırıyor. şimdi kıldığın bütün namazları yeniden kılmak istiyorsun. çünkü zannın güzelleşmiş ve büyümüştür.

*  kadınlara muhalefet duymuyorum bana bir şey oldu. merhamet duyuyorum. fıtraten bütün hazı oluşlarına rağmen ve milyarlarca örneğine rağmen, Havva anamızın kainata doğarak gelen ilk insanı taşıyışındaki ve dünyaya getirişindeki duygusunu yaşıyorlar. tıpkı ölümlerimizin paylaşılmaz olması gibi kadınların Allahın buyruğu ile hayat verişlerinde de o ilk orijinal duygu aynen yer alıyor. bunu pek az konuşmasına rağmen gözlerinde okudum.

* bildim gurbeti bir kat daha arttıran araya giren denizdir.

*  bu hayretin elinden nereye gideceğimi bilemiyorum.

*  İstanbul büyüktür. insanın yatağı ile iş yeri ya da okulu arasında bir iki otobüs ve bazen vapur da vardır. Suadiyede oturuyorum. burası benim için bir gün, içimdeki bütün ölüleri gömüp gideceğim bir mezarlık.

*  bize ağır gelen kendimizdir. yolda, okulda,işte başkaları ile birlikte taşıdığımız kendimiz.

* bir gün biri çıkar, insanları ölçmek için meslekleri ne olursa olsun onlara hiç aşık olup olmadıklarını sorarsa anlamaya muvaffak edildiği bir ince güzelliğin hakkını kullanıyor demektir.
elimizdeki bütün işleri bırakıp , evlerde, parklarda yollarda öbek öbek toplanıp ve dağ başlarında bir araya gelerek omuz omuza yaslanarak düşünelim.
hiç aşık olduk mu?
neye aşık olduk?
onu nasıl karşıladık?
....

* içimiz bir dolap değil ki açıp bakalım. açıp gösterelim. yine de anlatıyoruz ama. bizi fark edince eşyaların arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım. eşyayı kaldırınca kımıldamadan durduklarını görürsünüz. söylediklerim bir defterin yaprakları arasına kıvrılmıştır. sayfaları açtıkça onları göreceğimi sanıyorum ama, anlıyorum ki asıl söylediğim şeylerdir altına gizlendiğim. fark edilmesinden korktuklarımı kapadığım eşyalar oluyor anlattıklarım.

*  çocuğa olan bağlılık ölmez. içerisine onarılmaz düşmanlıklar girmiş olan ailelerde bile, evlat bağlılığı, baba ve analarda kalbe bağlı bir urgandır ve içinde kan deveran eder.

*  dünya ilişkilerindeki aşk, araştırmakla ilerler. çok yakında bir menzil vardır. herşey orada ne bulacağına bağlıdır. kişiye ya yol verirler sahrasına varsın, ya da ipini bir taşa bağlarlar, önüne inci boncuk koyarlar. oraya varıncaya dek en onarılmazı; kalbin ucu, hesap yapmaya başlamışsadır. o zaman mutluluklar bir baş ağrısı gibi gelir ev yıkılması gibi de çeker gider.
kalbin çıkarı yücelerden olur.

*  bütün büyük anlar yalnızlıktan yontuldu.
taşın içindeki şekli dışarıya çıkardığını söyleyen heykel yontucusundan daha metafizik bir olguyla.
ve sonunda sonu gelmeyen yalnızlık yığınlarına bekçiler seçildi.

*  içinizde ve elinizde karşılığı bile bulunduğuna bakmadan yaparak yaşayın inandıklarınızı. başkalarına söylemeden,başkalarına söyleyerek entelektüelce zevkini tatmayı bir yana bırakarak yapın inandıklarınızı. sözleriniz değil, ama güneş doğmamışken, gecenin sabaha karşıki besleyici karanlığında sizi mescide giderken görmek inandırır beni.

*  kara kara düşünüyorum. ya artık bir kere daha duyamazsam kendimi?