22 Ocak 2012 Pazar

Yaşamak/ C. Zarifoğlu



* ne çok acı var.

* ve zorluk çıktıkça kolayı bulur zira kolaylaştırmak buyurulmuştur bize, ve söyler iyilik biçimleriyle duran ağzım. ve tüm koşuşmalar ortasında insanları alıp buran olayların en içlerine sarkar şair kanım. imkan nispetinde.

* hudutsuz çöllerin metanetini kelimelerini içinde tutan ve derinden derine o kargaşaya rağmen o esmer adamın söylediklerini duydum: la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.kaderin birdenbire bir çarpıcılıkla ortaya çıktığı bu kaza ile bu teslimiyet ve yaradan sığınma arasında bir kaç saniye derin bir başıboşluk yaşadım. şüphe mi hayır isyan mı hayır bunların hiçbirine uzantısı olmayan fakat bizim sınırında durmaya mecbur kaldığımız gerçeğin üzerimize bırakılırken doğurduğu deprem.

* elinden tutarak aydınlığa çıkmak yağmura rağmen bir çayevine akmak isterdim.

* _ ne olacaksın okuldan sonra dedi o.
   _ yıldız
   _ nasıl?
   _ yıldız olacağım.
   _ ne anlamda yıldız?
   _ yıldız anlamında yıldız. gökteki yıldızlardan, pekala, ağlama.

* anne mükemmel bir üleştiricidir.

* halkın inanmadıklarına bina edilmiş sistemlerle kaybettik.

* umutsuzluğun kapımıza gelmesi için az mı bekledik?
   umutsuzluk mu, yoksa ince derin bir şikayet mi?
   yoksa

   faaliyet içinde geçen gece ve gündüzlerimizin bizi bıraktığı anlarda kalbimizi eline geçiren ve henüz mahiyetini anlamadığımız melal mi? bir iki adım daha atmamak için nasıl da direniyoruz. dayandığımız şeylerin hangisi buna değerdi? küçücük oluşlarda, hemen yakınımızdaki selametlere koşacağımıza amansız gururmuza boyun eğip hazımsızlıklariçinde birdolu ufak sıkıntının altında ufalandık durduk.- ve umutsuzluğun kapımızdan ayrılmaması için az mı çabaladık.

* insan gittikçe daralan dünyasında neden mutsuz? herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi? 

* güneş akşamla ufukta aşağıya doğru inerken hem köyün hem de mezarların üzerinden çekilir.- insanlar gece gündüz karışık sıralarla tabiata yaklaşırlar. sayımı yoktur.
apartman katlarından bulup çıkarılan araçların altından kaldırılan  insanlara, sözlerimizle tabiatı vehmettirebilmek durumunda mıyız?

* karşılaştık. … tahta sırada susarak oturduk.birbirimizle içimizden konuştuk. ben onunla içimden konuşuyordum. birbirimize bakmadan denize baktık. İstanbuldu. “sensin” dedim. değişiklik olsun kendimizden çıkalım,başka bir kişiliği deneyerek o feci konuşamamayı dağıtmak için.

*  mutluluk üzerine bir cümle söylemeyi düşünüyorum. çelimsiz ve imla kurallarına uyabilsin. “aniden açılıyor kapı,içeriye kim girse beğenirsiniz”.. gibi felan başlayan. otuz kişilik koğuşta kömür gibi yatıyorum. bu bindokuzyüz yetmiş yılında ben nerdeyim.
şüphesiz dışarısı cehennemdir diye düşünüyorum. yabancılar için avrupanın elinde, ömrün süfli bir kesitine hitap eder cinsten bayağı bir mutluluk kalmıştır.
o zaman:
mutluluk mudur bu kalan?..
onun için daima dönülür.

* /inandığın bir harekette yanındakilerin kararlığını kritik anlarda anlamaktan Allaha sığın/

*  birazdan okyanusu göreceğim diyorum kendime onun büyüklüğünü ne büyük bir su olduğunu anlayarak. tepelerden sonra birden o. ufku ne kadar büyük bir yay. bir defada görülemeyen,bütün sadeliğine ve insansızlığına rağmen, duyulan ilk ilgiyi kendine katlamalarla arttıran ağır ağır kımıldayan bir hayvan bu. bir mahluk. bir şeyi sarsıp değiştiriyor insanın içinde. başkalaştırıyor. şimdi kıldığın bütün namazları yeniden kılmak istiyorsun. çünkü zannın güzelleşmiş ve büyümüştür.

*  kadınlara muhalefet duymuyorum bana bir şey oldu. merhamet duyuyorum. fıtraten bütün hazı oluşlarına rağmen ve milyarlarca örneğine rağmen, Havva anamızın kainata doğarak gelen ilk insanı taşıyışındaki ve dünyaya getirişindeki duygusunu yaşıyorlar. tıpkı ölümlerimizin paylaşılmaz olması gibi kadınların Allahın buyruğu ile hayat verişlerinde de o ilk orijinal duygu aynen yer alıyor. bunu pek az konuşmasına rağmen gözlerinde okudum.

* bildim gurbeti bir kat daha arttıran araya giren denizdir.

*  bu hayretin elinden nereye gideceğimi bilemiyorum.

*  İstanbul büyüktür. insanın yatağı ile iş yeri ya da okulu arasında bir iki otobüs ve bazen vapur da vardır. Suadiyede oturuyorum. burası benim için bir gün, içimdeki bütün ölüleri gömüp gideceğim bir mezarlık.

*  bize ağır gelen kendimizdir. yolda, okulda,işte başkaları ile birlikte taşıdığımız kendimiz.

* bir gün biri çıkar, insanları ölçmek için meslekleri ne olursa olsun onlara hiç aşık olup olmadıklarını sorarsa anlamaya muvaffak edildiği bir ince güzelliğin hakkını kullanıyor demektir.
elimizdeki bütün işleri bırakıp , evlerde, parklarda yollarda öbek öbek toplanıp ve dağ başlarında bir araya gelerek omuz omuza yaslanarak düşünelim.
hiç aşık olduk mu?
neye aşık olduk?
onu nasıl karşıladık?
....

* içimiz bir dolap değil ki açıp bakalım. açıp gösterelim. yine de anlatıyoruz ama. bizi fark edince eşyaların arasına gizlenmeye çalışan bir böceğe benziyor anlattıklarım. eşyayı kaldırınca kımıldamadan durduklarını görürsünüz. söylediklerim bir defterin yaprakları arasına kıvrılmıştır. sayfaları açtıkça onları göreceğimi sanıyorum ama, anlıyorum ki asıl söylediğim şeylerdir altına gizlendiğim. fark edilmesinden korktuklarımı kapadığım eşyalar oluyor anlattıklarım.

*  çocuğa olan bağlılık ölmez. içerisine onarılmaz düşmanlıklar girmiş olan ailelerde bile, evlat bağlılığı, baba ve analarda kalbe bağlı bir urgandır ve içinde kan deveran eder.

*  dünya ilişkilerindeki aşk, araştırmakla ilerler. çok yakında bir menzil vardır. herşey orada ne bulacağına bağlıdır. kişiye ya yol verirler sahrasına varsın, ya da ipini bir taşa bağlarlar, önüne inci boncuk koyarlar. oraya varıncaya dek en onarılmazı; kalbin ucu, hesap yapmaya başlamışsadır. o zaman mutluluklar bir baş ağrısı gibi gelir ev yıkılması gibi de çeker gider.
kalbin çıkarı yücelerden olur.

*  bütün büyük anlar yalnızlıktan yontuldu.
taşın içindeki şekli dışarıya çıkardığını söyleyen heykel yontucusundan daha metafizik bir olguyla.
ve sonunda sonu gelmeyen yalnızlık yığınlarına bekçiler seçildi.

*  içinizde ve elinizde karşılığı bile bulunduğuna bakmadan yaparak yaşayın inandıklarınızı. başkalarına söylemeden,başkalarına söyleyerek entelektüelce zevkini tatmayı bir yana bırakarak yapın inandıklarınızı. sözleriniz değil, ama güneş doğmamışken, gecenin sabaha karşıki besleyici karanlığında sizi mescide giderken görmek inandırır beni.

*  kara kara düşünüyorum. ya artık bir kere daha duyamazsam kendimi?