15 Aralık 2018 Cumartesi


 Bilmenin ağırlığı bilmek istememenin nedametiyle birleştiğinde düğümleniyor işte kader. Sahi sizin oralarda hiç bahsetmezler mi mesela kuşların rızk arayışından, gün doğumunda haneye "bereket" dolsun diye açılan kapılardan, kuşluk namazından, babaanne dualarından? Zamanı niye böyle yoruyorsunuz? Eski fotoğrafların kanını emen bir sivrisinek gibi gitgide kızıllaşıyor gövdeniz. Üzülerek belirteyim ki, uçamayacak kadar şiştiğinizde, kıvrılıp öldürücü bir silaha dönüştürülmüş bir gazete üstünde, kimbilir belki de batan mülteci botlarından birinden bahseden sıradan bir haberin "yazık"lı kelimelerinin acıklı iki harfi arasına, gayet tahayyül edilebilir bir darbeyle sıkışmış, nefessizlikten ve size ait olmayan kanların kaybından hayatını yitirmiş bir cesede dönüşeceksiniz.
Ben müneccim değilim elbet. Yalnızım ben sadece çoğu zaman. Yahut öyle bir kuruntum var. Yarıda kesilmiş bir düş gibi durgunlaşıyorum ara sıra. Kuruntular, kırıntılar.. Evde kumandayı kaybetmiş bir baba gibi sıradanlığımın kesintiye uğramasına öfkeleniyorum. Renksizim sizin anlayacağınız ama hep mi renksizdim bunu hatırlayamıyorum. Nasıl desem, suçlamakla ya da suçlanmakla bilenen bencillik boğazıma dayanıyor kör bir bıçak gibi. Ne ilerliyor ne geriliyor. O da durağan ve cesaretsiz..
Gecesinde uyunmamış günler ayıyor. Günler, günler, günlerimiz.Geçiyor ömrüm, rüzgarına tutulduğumuz bir masalı, masal yapan her ne varsa, dağılmasın diye, kendimizi savura savura geçiyor ömûrlerimiz..