22 Ocak 2014 Çarşamba

Bizim Efsanemiz





bu zor günler geçsin diye dua ediyoruz, dedemin güzel hatırasıyla birlikte..



11 Ocak 2014 Cumartesi

Kesik Keder

   

    baş aşağı tutma kalbini,
 kan yürür ;hassasiyeti yüksek bir noktadan tutup yakalayıverir ölüm. ama ölse iyidir, kolaydır; birkaç sert kasılma, sonrası tik tak’lara veda. tut ki ölemedin, el değmemiş köşeler,gömleği arkadan yırtık düşler boğulur, 
boğar içini kandan bir düğüm.
   saksısı devrilmiş, dağılmış toprağında köklerinin ne kadar zedelendiği anlaşılmayan bir kaktüsün varsa şayet, yahut bağlaçlarla ve noktalama işaretleriyle aran kötüyse, neyi nereye koyacağın kaygısından sıkılmışsan, kararsızsan, arsızsan, ağlamaklıysan...koru kanatlarını!
 /rahman olan korusun kanatlarını../
   ellerine kızma.tersten bir tarihin, çokça yanılmış saatlerin,ömrünün omuzlarına bırakılmış bir ipek şal gibi yumuşak fakat ısıtmayan kimliğinin kederi bu, kaderi bu. ellerinin derdi başka. ellerin bir işkence vakti, elektriği damarlarının içinden geçirip gözlerindeki ışıkları yakmak için fırsat kolluyor. ışık; ışık hep bir sancıya ihtiyaç duyuyor. perdeler bu yüzden eskiyor çabucak. civcivler kümeste bu yüzden tek lambanın altında birbirlerine iyice sokulup uyuyorlar. bu yüzden idamlıkların gözleri seninkilerden başka, çok başka.ve bu yüzden böyle kıymetli çiçek.
   karanlığın dilsiz y/amaçlarında, görüntüsü masum fakat ürkütücü, köy tiryakisi bir pencere camında, bir keman yayında yahut çamaşır ipinin sağ kanadında, ışığınkinden başka bir sancı divanında da doğmak mümkün aslında.ve güzel müptelası olmak bir bekleyişin. şimdi sen; koru kanatlarını! /rahman olan korusun kanatlarını./ sağır,dilsiz bir okuyucu, kör bir dinleyici olabilirsin. zihninde varsa bir kurtarılmış bölge bir ıhlamur dikip uygun bir serinliğe, ruhundan geri kalanlar için bir çadır kurabilirsin. bu soysuz gidişatın, özünü dünyaya peşkeş çeken güçlü adamların, menteşeleri yoksulluktan paslanmış, zor ve gürültüyle açılan kapıların ardındaki avlularda, kara gözlü güzel çocukların varlığını biliyor olsan bile, baş aşağı tutma kalbini. şair mezarlarını, insanı kabul etmeme ihtimalinden bahsedilen toprağı bağışla yine de. sen annesin. mendilin çivitine dolan, asmanın üzümüne, cennetin köşklerine. düşlerle…
   kaldığı yerde, dilini bilmediğin bir kardeşlik bildirisi sunacaktır pili biten saat. yelkovan akrebe sırnaşacaktır, mermi yemiş bir et parçası gibi seğirterek. işaret sıfatlarına sığınacaktır parmaksız  cüceler. denizlerin, dehlizlerin, izlerin yırtıldığı yerden akrepler fırlayacaktır. kıskaçlarında dudakları sessiz harflerin.. yalpalayan atların yorgun kişnemeleriyle delinen uykuları, uykuların koynundan yuvarlanan ağzı bulaşık çocukları, gül düşen çamurları sakla yine de.. sen annesin. gül hatırına, gül niyetine…
   mülteci gemilerinden esmer tenleriyle /burun deliklerine ve atmosferde dolanan miktarını bilmedikleri oksijene duacı/ rüyana hücum eden insanlar olabilir. mümkündür. mümkündür yılanın süte dalması ve suyun alışılmışın çok altında bir sıcaklıkta, beyninde kaynaması. su dediysem iki hidrojen bir oksijen biraz afyon; kıvamı meçhul. hani sana özgü olan. duruluğunda ne idiğü belirsiz bir uyutma gücü bulunan su…
   uykunun damağına bal süren yarasalar gibi, yapışkan, ıslak ve çirkin bir yüze çeşitli kabusların açık adreslerini sorabilirsin. sorabilirsin ceset algısını, diş ağrısını,cehennemi, ateşi…bir cümleyi bitirdiğin yerden diğer bir soru cümlesini başlatabilirsin. ama kalamazsın o rahim sargının içinde ebediyen. “sen” oldukça sargıdan dışlanırsın. eritip içten dışa tüm var olma emarelerini, bozulmuş plaklar gibi nahoş cızırtılarla kendini hatırlatıp, yüzleri buruşturan kalıntılarına acırsın.
   elma kabuğu, bıçağın soğuğuyla ürperdiğinde, cennetin kovulmuş sakinlerinden olduğunun ayırdına bir kere daha vardığında, ruhunda tüllenen kokulara, kokulardan uzaklığa sövüp, başını teselli duvarlarına yaslarsın.
“yas”larsın..
    annesin sen…koru kanatlarını!/Rahman korusun kanatlarını./

15.12.2009

                                                                           

4 Ocak 2014 Cumartesi

Eugenie Grandet / Balzac

* insanın korkunç kaderi! hiçbir mutluluğu yoktur ki bir bilgisizlikten ileri gelmesin.

* “ona layık güzellikte değilim ben!”
Eugenie’nin düşüncesi buydu; alçakgönüllü, acı bakımından verimli bir düşünce. zavallı kız kendine haksızlık ediyordu; ama alçakgönüllülük, daha doğrusu korku aşkın ilk meziyetlerinden biridir.

* “sahi bunlar ölü eti mi yer beyefendi?”
“sen ne ahmaksın Nanon! herkes gibi bunlar da ne bulurlarsa onu yerler. biz ölülerle beslenmiyor muyuz sanki? miras dedikleri nedir ki?”

*eğitim görünce fazilet de kötülük gibi hesaplı davranır.
Fransızların yaradılışında vardır: bir anlık gelip geçici olaylar için, günlük olayların akıntıya kapılmış saman çöpleri için heyecanlanırlar, öfkelenirler, hırslanırlar. toplum içindeki varlıklarda hafıza diye bir şey yok mu acaba?

*aşkın başlangıcıyla hayatın başlangıcı arasında birtakım hoş benzerlikler yok mudur? çocuğun beşiği tatlı ninnilerle, hoş bakışlarla sallanmaz mı? ona gelecek günlerini yaldıza boğan güzel masallar anlatılmaz mı? umut parlak kanatlarını onun için boyuna açmaz mı? yavrucuk bir sevinçten, bir acıdan gözyaşı dökmez mi? bir hiç yüzünden, entipüften bir saray kurmaya çalıştığı çakıllar, yapılır yapılmaz unutulan çiçek demetleri yüzünden kavga etmez mi? zamanı durdurmak, hayatta ilerlemek için çırpınmaz mı? aşk bizim hayatımızın ikinci bir değişim çağıdır.

*maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da bir soluk alma, soluk verme vardır: ruh başka bir ruhun duygularını emmek, onları benimseyip daha zengin hale getirmek ihtiyacındadır. bu güzel insani olay olmadıkça kalpte hayat diye bir şey olmaz; havasız kalır, acı çeker, erir gider.


*dalkavukluk hiçbir zaman yüksek ruhlu kimselerde görülmez. dalkavukluk aşağılık ruhlu kimselere vergidir. bunlar, çevresinde dönüp durdukları kimsenin hayat alanına daha iyi girebilmek için daha da küçülmesini pek iyi becerirler.