* insanın korkunç kaderi! hiçbir mutluluğu yoktur ki bir
bilgisizlikten ileri gelmesin.
* “ona layık güzellikte değilim ben!”
Eugenie’nin düşüncesi buydu; alçakgönüllü, acı bakımından
verimli bir düşünce. zavallı kız kendine haksızlık ediyordu; ama
alçakgönüllülük, daha doğrusu korku aşkın ilk meziyetlerinden biridir.
* “sahi bunlar ölü eti mi yer beyefendi?”
“sen ne ahmaksın Nanon! herkes gibi bunlar da ne bulurlarsa
onu yerler. biz ölülerle beslenmiyor muyuz sanki? miras dedikleri nedir ki?”
*eğitim görünce fazilet de kötülük gibi hesaplı davranır.
Fransızların yaradılışında vardır: bir anlık gelip geçici
olaylar için, günlük olayların akıntıya kapılmış saman çöpleri için
heyecanlanırlar, öfkelenirler, hırslanırlar. toplum içindeki varlıklarda hafıza
diye bir şey yok mu acaba?
*aşkın başlangıcıyla hayatın başlangıcı arasında birtakım hoş
benzerlikler yok mudur? çocuğun beşiği tatlı ninnilerle, hoş bakışlarla
sallanmaz mı? ona gelecek günlerini yaldıza boğan güzel masallar anlatılmaz mı? umut parlak kanatlarını onun için boyuna açmaz mı? yavrucuk bir sevinçten, bir
acıdan gözyaşı dökmez mi? bir hiç yüzünden, entipüften bir saray kurmaya
çalıştığı çakıllar, yapılır yapılmaz unutulan çiçek demetleri yüzünden kavga
etmez mi? zamanı durdurmak, hayatta ilerlemek için çırpınmaz mı? aşk bizim
hayatımızın ikinci bir değişim çağıdır.
*maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da bir soluk alma,
soluk verme vardır: ruh başka bir ruhun duygularını emmek, onları benimseyip
daha zengin hale getirmek ihtiyacındadır. bu güzel insani olay olmadıkça kalpte
hayat diye bir şey olmaz; havasız kalır, acı çeker, erir gider.
*dalkavukluk hiçbir zaman yüksek ruhlu kimselerde görülmez. dalkavukluk
aşağılık ruhlu kimselere vergidir. bunlar, çevresinde dönüp durdukları kimsenin
hayat alanına daha iyi girebilmek için daha da küçülmesini pek iyi becerirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder