tanda gül yağmuru gökçül karmaşa
oylum oylum büyüyen izdüşümler çemberi
ay bölündü ezgilerde upuzun
bir dağ bir dağı çağırdı besbelli
ıssız patikaların yalnız izcisi
gün çözülürken ırmağın gölgesinde
çık gel düşümüzü hayra yorumla
gel de ürküt kuşlarımızı sevgili
çıplak bayırlarımızda korku yanlışlık
kaynar ölüm saçan su çizgileri
sen sevgilisin kuşları ürkütebilirsin.
30 Aralık 2011 Cuma
27 Kasım 2011 Pazar
23 Kasım 2011 Çarşamba
bana gölgesi olmayan bir otobüse bilet kes. yol mühim değil. bu seyir defterinde hiçbir cümle firardan korkmasın istiyorum. saatlerin her çarpışmasında, sanki olağan bir kaza değilmiş ve rakamların sis farlarını tuzla buz etmemiş gibi, bir batıla can üflüyorum. yol mühim değil. gözyaşım avcumun kıvrımlarında biriksin ve bir exocoetus belirsin ansızın, bir avcumdan diğer avcuma uçsun istiyorum.
olmaz mı ki?
20 Kasım 2011 Pazar
9 Kasım 2011 Çarşamba
Zorba /Nikos Kazancakis
* biz dev gibi bir ağacın ufacık bir yaprağı üzerindeki küçük küçük kurtçuklarız Zorba.bu küçücük yaprağımızın üstünde sürünüyor ve onu hırsla araştırıyoruz.kokluyoruz.bize güzel kokuyor ya da kötü kötü kokuyor.tadına bakıyoruz.yenilebilir buluyoruz.vuruyoruz,sanki canlı bir şeymiş gibi çığlıklar atıyor.en korkusuz olan insanlar yaprağın ucuna kadar varıyorlar; bu uçtan gözlerimizle kulaklarımız açık olduğu halde kaosa eğiliyoruz.ürperiyoruz.altımızdaki korkunç uçurumu görüyor,dev ağacın öteki yapraklarının çıkardığı gürültüyü uzaktan uzağa duyuyor, özsuyunun köklerinden yükselip kalbimizi kabarttığını kavrıyoruz.böyle uçuruma eğilmiş bir halde de bedenimiz ve bütün ruhumuzla korkunun içimizi kapladığını anlıyoruz.ondan sonra artık şey başlar.
- ne başlar, neden sustun?
büyük tehlike başlar Zorba.bazılarının başı dönüp sayıklar,bazıları korkup yüreklerini sağlamlaştıracak bir karşılık bulmak için çırpınır ve buna tanrı derler;bazıları da yaprağın kenarından uçuruma,sakin sakin;korkusuzca şöyle der: "hoşuma gidiyor."
*"her acı yüreğimi ikiye böler patron"dedi. "ama o kırk yaralı yürek hemen kaynar ve yara görünmez.kaynamış yaralarla doluyum ben. onun için dayanıyorum."
*"hayır özgür değilsin"dedi. "senin bağlı bulunduğun ip,öbür insanlarınkinden biraz daha uzun;hepsi bu kadar!senin patron,uzun ipin var,gidip geliyor,kendini özgür sanıyorsun."
*kusura bakma patron,ben köylüyüm,çamurların ayaklara yapıştığı gibi;kelimeler de benim dişlerime yapışıyor;sözleri eğirip incelik haline sokamıyorum,ama sen anlarsın.
*anlıyorsun,anlıyorsun ya, seni bu yiyecek. anlamasaydın mutlu olurdun. neyin eksik senin? gençsin, paran var,aklın var,sağlamsın, iyi adamsın,hiç bir eksiğin yok.tanrı kahretsin yalnız bir tane var,dedik ya;delilik. bu olmadı mı patron...
- ne başlar, neden sustun?
büyük tehlike başlar Zorba.bazılarının başı dönüp sayıklar,bazıları korkup yüreklerini sağlamlaştıracak bir karşılık bulmak için çırpınır ve buna tanrı derler;bazıları da yaprağın kenarından uçuruma,sakin sakin;korkusuzca şöyle der: "hoşuma gidiyor."
*"her acı yüreğimi ikiye böler patron"dedi. "ama o kırk yaralı yürek hemen kaynar ve yara görünmez.kaynamış yaralarla doluyum ben. onun için dayanıyorum."
*"hayır özgür değilsin"dedi. "senin bağlı bulunduğun ip,öbür insanlarınkinden biraz daha uzun;hepsi bu kadar!senin patron,uzun ipin var,gidip geliyor,kendini özgür sanıyorsun."
*kusura bakma patron,ben köylüyüm,çamurların ayaklara yapıştığı gibi;kelimeler de benim dişlerime yapışıyor;sözleri eğirip incelik haline sokamıyorum,ama sen anlarsın.
*anlıyorsun,anlıyorsun ya, seni bu yiyecek. anlamasaydın mutlu olurdun. neyin eksik senin? gençsin, paran var,aklın var,sağlamsın, iyi adamsın,hiç bir eksiğin yok.tanrı kahretsin yalnız bir tane var,dedik ya;delilik. bu olmadı mı patron...
Etiketler:
nikos kazancakis,
zorba
30 Ekim 2011 Pazar
ertelersen,küflenir.
herkes ertelediği kadar küf kokar.bu, kimsenin şaşırmadığı bir kehanettir.koparılmayan,olduğu yerde sararan takvim yaprakları kadar dokunaklıdır.bir ihmalin çiftesiyle yere serilir insan.hayır.bir anda olmaz.böyle değil.
güvelerin özenle katlanmış bir kazağı içerden kemirmesi gibi.ağır ağır.biraz naftalin gerek.rutubetli çekmecelerimizde,kalplerimizde,bir babaanne alışkanlığına ihtiyacı var hepimizin.çünkü acemi modernleriz biz.
çoğunlukla ağaç kovuklarını,çok tüylü tırtılları,peygamber çekirgesini ürkütücü bulan,dişlileri sağlam makinelerle donatılmış bir fabrikada içinden çıktığımız makinelerin azamatine saygı duruşu halinde yaşayan kazazedeleriz.
hangi kaza?hani bize hafızamınız yerini unutturan hatırlamanın iki kutbu arasındaki asma köprünün iplerini kesen ve bizi hangi uca daha yakınsak orada mahsur bırakan kaza.karşıya geçmek de çözüm olmayacak,bize arada olmak gerek.hangi uçta olsak kum saatinin tek bir kısmını görebileceğiz,ya boşalanı ya da dolanı ama sadece birini.ya geçmiş tepesinde oturup geleceği erteleyeceğiz yahut gelecek tepesinde kalıp geçmişi.tek çözüm yeni bir köprü inşa etmektir.bu gelecekten ve geçmişten münezzeh bir ayrıntıdır.yalnız anı kapsar.
ertelersen , küflenir.
dili yoktur anlatamaz.herkes içinin suskunluğu nispetinde tehlikededir.tabaka kalınlaştıkça dış seslere duyarlılık artar. “inşa etmesi gereken köprü”den bihaber geçen her dakika,insanın beş duyusuna aynı anda hücum eden bir mikroptur.
“sağır,dilsiz,kördürler”
ayetin anlattığı bir erteleme tezahürüdür. İmanı erteleyenler.. -Allah esirgesin-devamı ürkütücüdür.
“artık dönemezler"
24 Ekim 2011 Pazartesi
bir entel problemi,boşluk (:
soğuk bir odada uzun zaman kalmış bir bardağa kaynar su dökülüyor.eş zamanlı,kalbimin içinde bir yerden çıtırtılar duyuyorum.birazdan suyu sızdırmaya başlayacak.malumunuz, artık kullanılamayacak.parçaları tutan ellere zarar vermediği sürece sorun yok.çünkü öldü.bir çöp kutusunda,artık yemeklere karışmış cesedi ne soğuğu duyacak ne dedikoduyla,yalanla sıvanmış bencil dudakların dokunuşlarıyla ürperecek.bir bardak için hayat gerçekten zor.çünkü raf ülkesinde ölmek için illa kırılmak gerek.
anneme bardak öldü desem kızar.
_ölmedi kırıldı.
_hayır anne öldü artık duymayacak.
_zaten duymuyordu o camdan.
_biz de topraktanız ama duyuyoruz.
_uğraşmayacağım seninle Ümmühan!
_kızma anne,ben doğruyu söylüyorum.
_al meyveleri içeri götür.
_tamam.
ama içimde demiştim,çıtırtılar var.kalbimin bir parçası çatlıyor.dikkatlice alıp çöpe atmazsam,yanında duran en değerli kısmı kesecek, belki parçalar batacak.daha fazla sızı istemiyorum.yoksa kuşlar ürkecek.
_anne allah nerde?
_her yerde kızım
_dolabın içinde bile var mı?
_her yerde dedim ya
_benim kendi kendime konuştuklarımı da duyuyor o zaman.
_düşündüklerini bile biliyor
_gerçekten mi, kuşları da o mu besliyor?
_evet
_içime nasıl elini sokabiliyor?
_nasıl yani?
_içerdeki kuşları diyorum,o mu besliyor?
_insanın içinde kuş olmaz Ümmühan
_benim içimde var anne,yoksa ben hasta mıyım?
_...
o kuşların orda olduğunu biliyorum.sarı,mor,yeşil,turuncu.artık biliyorum.hepsini allah beslemiyor.allahın beslediğinin rengi hiç birinde yok çünkü.çatlayan kuytuyu atmalıyım şimdi.kuşlar korkmadan.başka yerleri kanatmadan ve ellerime batmadan parçalar.
sessiz ol,sessiz.
işte oldu.
uyuyalım.
Etiketler:
bulantı,
dear,
l lose it all,
loney
23 Ekim 2011 Pazar
20 Ekim 2011 Perşembe
24
Üsteğmen Murat Bek (Yozgat)
Asteğmen Bilal Özcan (İstanbul)
Astsubay Başçavuş İbrahim Geçer (Konya)
Uzman Çavuş Mustafa Aslan (Çorum)
Uzman Çavuş Halil Özdoğru (Sinop)
Uzman Çavuş Reşit Ercan (Elazığ)
Çavuş İdris Çam (Kahramanmaraş)
Çavuş Birol Elmas (Adapazarı)
Onbaşı Yavuz Çoban (Aksaray)
Er Süleyman Kalkan (Isparta)
Er Mehmet Çetin (Aydın)
Er Koray Özel (Adana)
Er Ufuk Bozkurt (Kırklareli)
Er Eyüp Çolakoğlu (İstanbul)
Er Soner Ateşsaçan (Artvin)
Er Mesut Cengiz (Hatay)
Er Fikret Özel (Samsun)
Er Hüseyin Gürdal (Kocaeli)
Er Fevzi Kazak (Gaziantep)
Er Yunus Yılmaz (Ankara)
Er Mehmet Ağgedik (Elazığ)
Onbaşı Murat Kazanç (Erzurum)
Er Ramazan Akın (Ağrı)
Er Ahmet Tuncel (Bitlis)
nokta.
Asteğmen Bilal Özcan (İstanbul)
Astsubay Başçavuş İbrahim Geçer (Konya)
Uzman Çavuş Mustafa Aslan (Çorum)
Uzman Çavuş Halil Özdoğru (Sinop)
Uzman Çavuş Reşit Ercan (Elazığ)
Çavuş İdris Çam (Kahramanmaraş)
Çavuş Birol Elmas (Adapazarı)
Onbaşı Yavuz Çoban (Aksaray)
Er Süleyman Kalkan (Isparta)
Er Mehmet Çetin (Aydın)
Er Koray Özel (Adana)
Er Ufuk Bozkurt (Kırklareli)
Er Eyüp Çolakoğlu (İstanbul)
Er Soner Ateşsaçan (Artvin)
Er Mesut Cengiz (Hatay)
Er Fikret Özel (Samsun)
Er Hüseyin Gürdal (Kocaeli)
Er Fevzi Kazak (Gaziantep)
Er Yunus Yılmaz (Ankara)
Er Mehmet Ağgedik (Elazığ)
Onbaşı Murat Kazanç (Erzurum)
Er Ramazan Akın (Ağrı)
Er Ahmet Tuncel (Bitlis)
nokta.
10 Ekim 2011 Pazartesi
25 Eylül 2011 Pazar
Malte Laudrıs Brıgge'nin Notları / R.M Rılke
* yorgan kenarından çıkmış küçük bir yün ipliğinin sert,sert ve çelik bir iğne gibi sivri olduğu korkusu;geceliğimdeki şu ufacık düğmenin başımdan büyük ve ağır olduğu korkusu;şimdi yatağımdan düşen şu ekmek kırıntısının yerde cam gibi kırılacağı korkusu ve böylelikle herşeyin,herşeyin sonsuza kadar parçalanacağı telaşı;açılmış bir mektup zarfının yırtık kenarı,kimsenin görmemesi gereken gizli bir şeydir;o kadar değerlidir ki,odanın neresinde saklanırsa saklansın,emniyette olamaz korkusu;uyursam,sobanın önündeki bir kömür parçasını yutarım korkusu;rasgele bir sayının kafamda boş yer bırakmayacak şekilde büyümeye başlayacağı korkusu;üzerinde yattığım şeyin granit,gri granit olduğu korkusu; bağırabilirim,kapıma üşüşürler,derken kapımı kırarlar korkusu ve hepsi de söylenmeyecek şeyler olduğu için hiçbirşey söyleyemem korkusu ve öbür korkular...korkular.
* çocukluğum için Tanrı'ya yakardım, işte geri geldi çocukluğum ve öyle hissediyorum ki,çocukluk, eskiden nasılsa yine öyle ağır ve hiçbir şeye yaramamış yaşlanmak.
*sanma ki ben burada hayal kırıklıklarından ötürü acı çekiyorum,tersine.bütün beklediklerimi,kötü bile olsa gerçek için kolayca feda edişime bazen şaşıyorum.Tanrım,bunun birazını paylaşmak mümkün olsaydı.ama o zaman kalır mıydı,kalır mıydı?hayır bu sadece yalnızlık pahasınadır.
* havanın her zerresinde Korkunç'un varlığı.Korkunç'u sen Saydam'la teneffüs ediyorsun;Korkunç, senin içinde tortulanıyor,katılaşıyor,organların arasında sivri geometrik şekiller alıyor;çünkü idam yerlerinde,işkence odalarında,tımarhanelerde,ameliyat salonlarında,sonbahar sonraları köprü altlarında geçmiş olan bütün eza ve dehşetler,çetin bir direnme gösterirler;bütün bunlar yaşamalarında ısrar ederler,bütün gerçeklikleri kıskanarak korkunç gerçeklerine sarılırlar.insanlar ,onların çoğunu unutmayı isterler;uykular;beyindeki pürüzleri hafif ve yumuşakça törpüler;ama rüyalar daha ağır basar ve tabloların silik çizgilerini yeniden çizerler: sonra insanlar uyanır,solumaktadırlar ve karanlıkta bir mum ışığı eritirler ve loş huzuru bir şurup gibi içerler.
* kendi melodilerinden başka melodi duymasın diye,kulakları bir Tanrı tarafından kapatılmış insanın çehresi.bulanık ve geçici gürültülerle rahatsız olmasın diyerek....ama ey Tanrım,kulağı henüz kız oğlan kız bakir biri,senin ahenginle yatsaydı,mutluluktan ölür ya da Sonsuz'a gebe kalır ve döllenmiş beyni,doğacakların çokluğundan çatlardı.
* "...çünkü bir başlangıç var,muhakkak;insan bu başlangıcı ele geçirebilse bari.ah Malte,göçüveriyoruz;bana öyle geliyor ki herkes dalgın ve meşgul;gidişimizin farkında değiller bile.sanki bir yıldız akıyor da görmüyor kimse ve kimse niyet tutmuyor.bir şey dilemeyi unutma,Malte.insan dilemeyi elden bırakmamalıdır.bence gerçekleşme yoktur,ama uzun süren,bütün bir ömür boyu devam eden dilekler vardır;öyle ki insan;onların gerçekleşmesini bekleyemez zaten."
* ...aşkın bütün zahmetinden bizi azat ettiler ve böylece aşk,eğlencelerimiz arasına düştü;nasıl ki bir çocuğun oyuncak dolabına bazen,iyi cinsten tentene parçası düşer,çocuğu sevindirir,sonra sevindirmez olur ve sonunda o parça parça eşyalar arasında,bütün hepsinden daha kötü,kalakalır.biz bütün amatörler gibi kolay hazlarla bozulduk ve usta diye geçiniyoruz...madem bunca şey değişiyor,gitsek de bir yeni başlayan gibi başlasak?
*ey Tanrım,Tanrım,önümde böyle geceler varsa daha,bari,arasıra eriştiğim düşüncelerden birine izin ver.istediğim şey,öyle saçma bir şey değil;çünkü bu düşüncelerin,zaten korkumdan,korkumun bu kadar büyük oluşundan doğduğunu biliyorum.çocukken beni tokatlarlar ve sen korkaksın derlerdi.fena korktuğum için böyle oluyordu.ama ogün bu gün,etken kuvvet arttıkça büyüyen gerçek korkuyla korkmayı öğrendim.korkumuz dışında,bu kuvvet hakkında bir fikrimiz yoktur.çünkü o kavranması öyle zor,öyle bizim aorum ki,aleyhimizdedir ki,beynimizin bunları düşünmeye zorlanan yerleri dağılır.ama bununla beraber bir süredir,sanıyorum ki,henüz bize büyük gelen kendi ,bütün kuvvetimizdir.onu tanımıyoruz,bu doğru,ama hakkında en az bilgimiz olan şey,asıl bize özgü olan şey değil midir?...üzerinden zamanlar geçmiş ve daha önemsiz şeylere alışmışızdır:artık kendi malımızı tanımıyor ve aşırı büyüklüğü karşısında korkuyoruz.olamaz mı?
* kader,örnekler ve figürler yaratmayı seviyor.kaderin zorluğu,karışık oluşundadır.hayatsa basitliğinden dolayı güç.
*seven kadın,sevilen erkeği her zaman aşar;çünkü hayat kaderden daha büyük..
* Tanrım,çılgınca aklıma geldi,demek ki varsın.varlığına deliler var.bunları bütünüyle unuttum ve hiçbirini arzulamadım hiçbir zaman;çünkü seni kesinlikle bilmek ne çok büyük bir sorumluluk olurdu.ama yine de bana gösteriliyor.bu senin zevkindir bundan hoşlanıyorsun.keşke herşeye katlanmayı ve hüküm vermemeyi öğrenebilsek.zor olan şeyler hangileri?kereminden gelenler hangileri?bir sen bilirsin,yalnızca sen.
10 Eylül 2011 Cumartesi
durum.durmak.duruyor.duruyoruz.
uzun süredir yazmıyor.biliyor,bilmiyor,biliyor,bilm...her saniyeyi bir fal kandırmacası yapıp yaprak yaprak koparıyor.aynalar,topuklu ayakkabılar..çantasından şeker kağıtlarının yanında kullanılmış otobüs biletleri çıkıyor artık.ensesinden yakalanmış bir kedi yavrusu gibi bakıyor bazen.çırpınmadan,öylece duruyor.yüzünde en sevdiği yerleri bile çirkin buluyor.mavi boncuklu bilezik tam şu zamanda iki omzu arasında yuvarlanıyor.her iki uçta bekleyen kiramen katibin melekleri ,çocukluğuyla oyun oynuyorlar.dişini kırabilecek kadar sert bir yemiş çiğniyor.ölmemek için.
özlüyor,özlemiyor,özlüyor,özlemiyor,özl..her saniyeyi bir büyücü edasıyla koparıp kazana atıyor.
zaman kaynatıyor..
özlüyor,özlemiyor,özlüyor,özlemiyor,özl..her saniyeyi bir büyücü edasıyla koparıp kazana atıyor.
zaman kaynatıyor..
12 Ağustos 2011 Cuma
ünlem var burada
kuş bakışı koşuyorum,bütün bunları tepetaklak düşlerlerden anlatıyorum sana,çocukken merdiven altına saklanıp,boş kafese anlattığım gibi.sağ gözümün ıslağında bir balık cesedi var.balıkların da karnı şişiyor ölünce,bir bıçak koymalı.karnı şiştikçe görüşüm güçleşiyor.tek gözü kör bir canavara dönüşüyorum.üstelik yüzümde balığın turuncu izi.bir çocuğa neşeli bir şarkı öğretmeliyim hemen,başka yolu yok.yakında mezarların üzerine de apartmanlar dikecekler , çok korkuyorum.bebeklerin daha doğmadan e-posta adresleri olacak.aç ve hasta olanlara daha karizmatik acıma yöntemleri bulacaklar ve minnettar kalacak ölen çocuklar,afiilli anma törenleri düzenlendikçe.ne diyordum,gözümün önünde,bir balık,öldü.
5 Ağustos 2011 Cuma
Kevir / Ali Şeriati
* "hepimiz Allah'a döneceğiz."
"kulum beni takip et ki seni kendim gibi yapayım."
"ben yeryüzünde bir halife yaratmak istedim."
"Adem'i yaratınca kendi ruhumu ona üfledim."
"insanı Allah kendi suretinde yarattı."
bu sözler,insanda Tanrı'nın saklı olduğuna tanıklık eder.çamur onu kaplamıştır.insan,ilahi ruhu kendinde gizleyen tabii bir varlıktır.bu kainatın tek ikili varlığıdır.Tanrı mutlak bilinç ve yaratıcılıktır.tabiat irade,duygu ve yaratıştan mutlak yoksun bir düzen,insan ise yarı toprak yarı tanrı tek varlıktır.ne tuhaf! iki zıddın toplamı,iki mutlağın toplamı iki sonsuzun toplamı! Kuran'ın daha beliğ ifadesiyle insan "Allah'ın ruhu" ve "yerin çamur çökeltisi".bir küçük alem.yani içinde Tanrı bulunan tabiat.
* küstü ve surat asıp öfkeyle dedi,hayır istemiyorum.kaldırın boyalarınızı. gidin bunlarla dünyanızın kapısını duvarını boyayın. kuşlarınızı balıklarınızı, çitlerinizi,değerli taşlarınızı boyayın. ben onlarla kesinlikle boyanmam. ben renksiz severim. bulut renginde, meltem renginde,su damlası renginde, kendi ruhumun renginde. renksiz daha iyidir sizin şu harcı alem renklerinizden.
* Tanrı şaşkınlık içindeydi.öne çıktım ve melekutun korkulu bakışları önünde o gazaplı ateş dağını Tanrı'nın elinden aldım. Tanrı yüzünde sevinç gülleri açar ve dudaklarından güzel tebessümün sevgi balı dökülürken dedi:
-ah ne kadar da cahil ve zalimsin!
* derdin takiyyesi imanın en güzel göstergesidir.sevgiye ihlas katar ki pek tatlıdır.dert acıdır ama bir başına çekip de dostu yardıma çağırmazsak onun için bir iş yapmış oluruz. ve başlı başına bu kalbi dayanıklı kılar ve kalbe başarı lezzetini tattırır.
* dertsizlik içinde müptezelliğe sürüklenenler yetersiz ve sermayesiz ruhlardır.vuslatta ölüp gidenler,yaşlılıkta solanlar mizaci aşklardır.seraplar çabuk biter. fakat kendilerinde sayısız hazineler gizlemekte olan büyük ve sermayedar ruhlar, yaratıcı ve sanatkar olan,Tanrı'nın benzeri olan ve meleklerin secde ettiği ruhlar,işte bunlar,nail olunca vuslata erince ve arzularına kavuşunca durağanlığa düşmezler, bozulmazlar,çürümezler. altın gibi olan duygular,huzurdan ve durmaktan paslanmazlar.
* bağımsızlık bir tür "yalnızlık"tır. yalnızlık "ben"in varoluşsal kavramıyla iç içedir.Durheim ve Holbach,yeni insanın yüzünde okuduğumuz perişanlığı,karamsarlığı ve korkuyu uzaklıklardan ve ayrılıklardan ortaya çıkan korkunç boşluğun yansıması olarak niteler.bugünün uygar toplumlarının kalabalık ve örgütlü izdihamında herkes yalnızdır.
*... veya "oradan" haber getiren elçinin mesajına gönül vermeli veya sanat aldatmacasıyla,olması gereken ama olmayan orayı tasarlayarak bir dünya yaratmalı ve orada huzur bulmalıdır.yok eğer onu ne aşk tutsak etmiş ,ne irfan yol göstermiş, ne bir mesajainanmış ve ne de sanat aldatmışsa ya şarap ona unutturmalıdır. yada intihar onu kurtarmalıdır. çünkü insanı bu gündelik kısır döngüde,bu sofranın başında doyuracak ve mutlu edecek olan tek mutluluk kaynağı sadece ve sadece "ahmaklıktır". ne yazık ki ahmaklık ilahi bir lütuf olup çabayla vuslatına erilmez. insan kendisini öldürebilir ama sadece gerektiği kadar anlamaya karar veremez.
* böyle dersler tebeşirle,tahtayla,cümleyle,defterle öğrenilmez;sembollerle,işaretlerle öğrenilir.çünkü bu bilgi "edinme"nin değil,"olma"nın bilgisidir, değişmenin tekniğidir. malumat değil, devrimdir;bir şeyi bilme değil ona bağlanmadır;hafızayı doldurmak değil, ruhu ateşe vermektir; tat almak değil, arınmaktır;kalem değil,elemdir; naz değil,niyazdır; rahatlık değil ,çiledir;huzur değil,ızdıraptır;mutluluk değil,azamettir.suya kanmak değil, susuzluktur;boyun eğmek değil, isyan etmektir;olmak değil ,dönmektir; kalmak değil,gitmektir;suyun değil ateşin;toprağın değil,tufanın bilgisidir."
* evet göklere yolculuk yeryüzünden başlamaz.şehirlerin,köylerin,evlerin ve yatakların içinden başlamaz.toprağın altından,arzın derinliklerinden uçmalı gökyüzüne.o gökyüzü,başımızın üzerinde ağırlık yapan şu aptal, altın yaldızlı küçük tavan değildir."
* sen de biliyorsun ki benim bunca dünya nimeti arasında kendim için sevdiğim ve seçtiğim tek şey,yalnızlıktır.
* yıllarca onunlaydım,kendimle,kendi kendimle.sahi neden "kendi kendimle"denilir ki? yoksa herkesin bilinçaltında kendisinden başka kendiler olduğuna dair bir kuşku mu var?
* bir "ben" düşünür, bir başka "ben" hisseder,bir başka "ben" de başkaldırır.daha başka benler,öteki benler de mevcuttur ama sahtedirler. gerçek"ben" başkadır.peki hangisi? işte tam da burada, ister istemez söz söylemekten acze düşüyorum. ağır ve acı bir sessizlik tam da burada ortaya çıkıveriyor. sükut hep konuşmaların sonunda gelir ve ne kadar zordur. Emile Ludwig Beethoven'ın beşinci senfonisinin içine yerleştirmiş olduğu korkunç sessizlikten söz ederken "öyle ağır,öyle acımasızdır ki birinin onu duyacak kulağı olsa,korkudan kalbi durur."der. doğrudur. Allah'ın insanlara verdiği büyük nimetlerden birisi de sessizliği duymaktan aciz olmalarıdır. bu yüzden hepsi rahat ve güzel yaşarlar. bu insanlara huzur ve mutluluk veren nice işitmeyişler,anlamayışlar,bilmeyişler vardır.bu da onlardan birisidir işte.
* vahşilerin ve çocukların konuşması,ne kadar rahar ve güzeldir.cümleleri yoktur;kelimelerle konuşurlar;bir şekil, bir hece,bir işaret.
* kelime, kendisini anlamayan bir dünyada ,kendi varlığını hisseden bir yokluk veya kendi yokluğunu hisseden bir varlıktır.(schandel/yaradılış yolculuğu)
*Tanrı,insan ve aşk..insanın omuzlarına ağırlık veren "emanet" budur işte. yaratılışın ilk seherinde Tanrı'ya verdiğimiz ve onun hilafetini bu çölde üzerimize aldığımız söz budur işte. biz bunun için indik yeryüzüne ve O'na doğru işte böyle yeniden dönüyoruz!
*Tanrı,insan ve aşk..insanın omuzlarına ağırlık veren "emanet" budur işte. yaratılışın ilk seherinde Tanrı'ya verdiğimiz ve onun hilafetini bu çölde üzerimize aldığımız söz budur işte. biz bunun için indik yeryüzüne ve O'na doğru işte böyle yeniden dönüyoruz!
25 Temmuz 2011 Pazartesi
gitmek üzerine
"gitmeyi başaranlar inandırıcı insanlardır benim gözümde.insan bir kez gidebilmeyi başardıysa söylediklerini de başarabilme gücüne erişmiş demektir.gidebilmek hayatın bütün tehditkar ve şımarık yüzüne kafa tutabilmektir bir bakıma.gidebilmek hiç bir şeyi umursamadan,kendi masalında anlatılan yolları adımlayabilmektir." T.Tufan
ınto the wild belki de en çok iki boyutluluğuyla etkiledi beni diye düşünüyorum.hayale yatkın gerçekliğiyle..Christopher McCandless, bankadaki tüm birikimini bir hayır kurumuna bağışlayıp yola koyulduğunda,eğitim hayatının henüz bittiği o yıllara kadar ruhunun maruz bırakıldığı her zehire kafa tutabilecek bir panzehir üretmişti.ve bu değerlidir,çok değerli..
23 Temmuz 2011 Cumartesi
göğe bakma durağı
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım
falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım
senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım
Turgut Uyar
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu aranıp duran korkak ellerimi tut
bu evleri atla bu evleri de bunları da
göğe bakalım
falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni bırak göğe bakalım
senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız penceren vardı bir bir kapattım
bana dönesin diye bir bir kapattım
şimdi otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma kendini hatırlat
durma göğe bakalım
Turgut Uyar
Etiketler:
benibirgezegenyuttu,
göğe bakma durağı,
turgut,
uyar
21 Temmuz 2011 Perşembe
dağınık
sana bir mektup yazmayı denedim.olmadı.kağıt olmayı içselleştirememiş bir ağaçtan sebep,ağladım.yüzüne baktıkça hep bir börtü böcek özlemi,kıyısına köşesine karınca yuvaları yerleştirsen mutlu olacak sanki."insan yarası yarasına denk geleni seviyor demek ki"diyordu kitapta.sevdim kağıdı.ama anlatmadım.sustuk.
17 Temmuz 2011 Pazar
1 Temmuz 2011 Cuma
30 Haziran 2011 Perşembe
kıyısız
gözlerinin sürmesi topak olmuş kirpiklerinde. bil ki burnundaki direk sızlamıştır. ıslaklık, o kara çizgide bulanmış, fizik ötesi bir ağırlıktır. bir filmden çaldığı, yüzükteki zehir fikrini aklının bir köşesinde itina ile saklamaktadır. gelgelelim korkar o parmaklarından, bilhassa parmak uçlarından. babası tek tek parmaklarını öperdi. şimdi ne zaman bir niyet tutup ölmeye dursa, korkar kendi cinayetine babasının dudaklarını suç ortağı yapmaktan.
hani ölecekse ellerinden bağımsız ölmeli; bir taksiciyi tehdit edip köprüde inmeli, önce oturup bariyerlerden ayaklarını sarkıtmalı aşağıya. polis gelene kadar birkaç dakika belki, şehri izlemeli. burayı hep sevdi. en yaramaz çocuklar bile uyurken masumdur. bu nokta, şehrin uyuyan yüzüydü. böylesi iyi olabilirdi. yalnızca o çakılma gerçekleştikten sonra birkaç saniye zamanı olsun ve ölmekte olan yüzünü daha cesedi sudan çıkmadan unutacak birkaç balık görsün isterdi. renkleri ve cinsleri mühim değil, gözleri olsa yeterdi.
aynası üç parçadır onun. yüzünü üçe bölüp incelemeyi hayatı anlamlandırma çabaları kapsamında işe yarar bulur. sağ gözü sol gözünden, çenesindeki çukuru hiç haz etmediği diline ev sahibi olan ağzından ayırır.
aynası üç parçadır, göğsün çekirdeğinden merhameti, yüzün kabuğundan masumiyeti, soy kılıfından insanlığı ayırır. saçlarını, başını ayna karşısında döndürerek tarar – zaten tarakla pek iyi anlaşamaz. saç taramak sıkıntılı bir durumdur, can yakar. bu sebeple, bu mevzuda parçalanmış yansıma, insana boyut değiştiriyormuş hissi verir, saçlarının karmaşasını unutur. babaannesinin sefadan uzadığını iddia ettiği saçları, kendi içinde daha koyu bir siyaha düğümlendikçe limon kolonyası kokusu duyar. ve bir anne sesi kulağını sıyırıp geçer.
aynası üç parçadır, göğsün çekirdeğinden merhameti, yüzün kabuğundan masumiyeti, soy kılıfından insanlığı ayırır. saçlarını, başını ayna karşısında döndürerek tarar – zaten tarakla pek iyi anlaşamaz. saç taramak sıkıntılı bir durumdur, can yakar. bu sebeple, bu mevzuda parçalanmış yansıma, insana boyut değiştiriyormuş hissi verir, saçlarının karmaşasını unutur. babaannesinin sefadan uzadığını iddia ettiği saçları, kendi içinde daha koyu bir siyaha düğümlendikçe limon kolonyası kokusu duyar. ve bir anne sesi kulağını sıyırıp geçer.
anne sesi tıkanan damarları açar ve kan yürür. yeniden bir çocuk yüzüne dönüşür yanaklarında alıcı bir kırmızıyla. elleri de küçülebilse diye dua eder, peşine düştüğü serçe kuşunu korkup saklandığı küçük delikten çıkarabilmek için. bir gelincik koparsın, eve gelene kadar dağılsın yaprakları, asfalt insandan başka bir canlının enkazına dokunsun ister.
bir karahindiba hikâyesine benzetilmiştir aslında. muhakkak bilinçli değil. yazmak için seçtiği vakit erken görünür. lakin bu işi en iyi dağlar bilir. ufacık bir ses bir kar kütlesini yerinden eder. durdurmak imkânsızlaşır. kar aşağı dökülür.
üstüne yazılabilir bir nesne olduğu için kâğıda acımaktadır aslında. yazarken hissettiklerini o da hissediyor mudur acaba diye düşündüğü olur. ve hissettiğini varsayıp çok güçlü bir nesne olduğunu söyler onun duyabileceği kadar hafif bir ses tonuyla. yazdıklarına bakar ara ara. paragrafları kendi içinde anlamlı fakat diğer paragraflarla olan bağları bir soyutluk… ömür gibi. hafızanıza dokunun, zaman dilimleri arasındaki geçişleri hiç kimse hatırlamaz. hatırlanmayanlar yahut hiçbir zaman unutulacak kadar bilinmemiş olanlar elbette var olmamış değildirler.
sokaklarda çöp gibi insan kokusudur, gezer, ruhun direğini kırar. yağmur yoktur. çamur yoktur. kokuyu rüzgâr yayar. insan çürüyebilen çürütebilen çürütülebilen hem etken hem edilgen üçtebirisu bir et parçasıdır. bu bilimce görülen.
günden güneşten bağımsız dili, söz kıyılarına vurup kesildikçe muhalifliğe davetiye çıkarır. sessizliği özler. ezan okuyan saat, kurulu olduğu vakitte namaza çağırmaya başlar. insanın elleri vakitsiz işlemeye aşinadır. saatin minaresine bir kuş yerleştirmiştir hevesle, gerçek bir camiye benzesin diye. fakat ezan okunur, kuş yere düşer, gerçek minarelerde olanın aksine.
günden güneşten bağımsız dili, söz kıyılarına vurup kesildikçe muhalifliğe davetiye çıkarır. sessizliği özler. ezan okuyan saat, kurulu olduğu vakitte namaza çağırmaya başlar. insanın elleri vakitsiz işlemeye aşinadır. saatin minaresine bir kuş yerleştirmiştir hevesle, gerçek bir camiye benzesin diye. fakat ezan okunur, kuş yere düşer, gerçek minarelerde olanın aksine.
gözlerinin sürmesi topak olmuş kirpiklerinde. içindeki bu cenk meydanında ölen öldü, kalan sağları karıncalar süpürmüştür. yaşlanan şiirlerin elleri damar damar olmuştur ve lekelere ev sahibi...
sokaklarda insan gibi çöp kokusudur, kalbin direğini kırar.
insan, bir ne oldum ve ne olacağım sorunudur. gece, düş, ölüm, imtihan…
sokaklarda insan gibi çöp kokusudur, kalbin direğini kırar.
insan, bir ne oldum ve ne olacağım sorunudur. gece, düş, ölüm, imtihan…
22 Haziran 2011 Çarşamba
hikaye
eskittiğimiz zamanları,yeni alınmış bir makasla kesmek adaletsiz mi acaba diye düşünüyorum.ağlayıp ağlayıp o makası pasla tanıştırsak mesela,sonra tam kalbine saplasak,kanı aksa..canlılık emarelerini böyle kanayarak sürdürebilirler ancak.her burkuluşunda içinizde bir damla akıtsanız,yine geldiği yere dönse de kan,akıtsak işte bir damla..ölmesinler istiyorum..
20 Haziran 2011 Pazartesi
uyu,uyu
boğazımdan aşağı kendi etrafında ağır ağır dönen bir bıçak gibi inen şarkılar var.içimde nereye gittiklerini,yara izlerini takip ederek bulabilirsiniz.ama en derinini olağan bir güvenlik önlemi sayılabilecek kaburgayla muhafaza ediyoruz.kaburgayı parçalamadıkça,göremezsiniz.
16 Haziran 2011 Perşembe
müsadenizle
okul bu kez gerçekten bitti.yani bildiğimiz anlamda okul,sıraları olan-hatta şu bitirdim dediğimde sıralar yere sabitlenmişti-. beni el birliğiyle şizofren yaptılar.son zamanlarda sıraların kol kola verip halay çekmeye çalıştıklarını görüyordum.sadece oldukları yerde kollarını hareket ettirebiliyorlar,bağırıyorlar,kızıyorlar! fakat “discourse analysis” gibi fiyakalı dersler vardı. Sıraların özgürlük tutkusu, hiçbir yetkilinin ilgisini çekmedi koca bir dönem boyunca.bölümümüz dün havaya “kep” fırlattı.bana bir “huni” verselerdi emin olun bunu daha mantıklı bulurdum ve o topluluğun arasına katılma isteği sadır olabilirdi gönlümde.kısmet..
sözün doğrusu, kış aylarında,rüzgardan uçuşan başörtümü ait olduğu yere yerleştirmeye çalışırken kapının önünde,gözümün içine bakarak eğlenen güvenlik görevlisini hiç özlemeyeceğim.
evet bitirdim.çok güzel insanlar tanıdım.güzel insanların,bize yıllardır giydirmeye çalıştıkları o cübbeleri sadece bedenlerine giymiş oldukları inancına sığınarak..
15 Haziran 2011 Çarşamba
14 Haziran 2011 Salı
hep,çok
eş zamanlı okunup yazılan bir kitap keşfettim.300 küsür gün,sonsuz küsür rüya..kuşlu bir şiirle başlıyor..kimse okumaya muktedir olamasın istiyorum,ben nefes aldıkça.
31 Mayıs 2011 Salı
29 Mayıs 2011 Pazar
26 Mayıs 2011 Perşembe
çok noktalı
kalbin kurda kafa tutan kuzu inadı..hayır çelişki yok.ağaç gölgelerine meyilli,zulme diş bileyen bir masumiyet, anlatmaya çalıştığım.dünyayı kendimi bildim bileli anlamaya çalışıyorum. yerlere çöp atmazsak bu kirliliğin üstesinden gelebiliriz diye düşünürdüm.çocukluk...almamızı istedikleri bütün önlemler birer oyalama taktiği imiş.üstüne oturup pembe zakkumun yapraklarını kopardığım duvara bakışım değişmişti zakkumun zehirli bir bitki olduğunu öğrendiğimde.ilk hayal kırıklığı..sonra alıştım.kalbin kurda kafa tutan kuzu inadı..hayır çelişki yok.zakkum beni hayal kırıklığına uğrattı diye çiçek sevmekten vazgeçmedim çünkü.
23 Mayıs 2011 Pazartesi
konuşmak meselesi
"Doğruluk niyetle olur, ifade ile değil. Çünkü ifadeler niyetleri örter. Sözler doğru ve yalandan ibarettir. Susmak ise hilesi ve yalanı olmayan bir doğrudur. Bunun için insanlar konuşurken ben hep sustum."
mihail nuayme/arkaş'ın günlüğü
hep özendim.
hep özendim.
22 Mayıs 2011 Pazar
..
his yoksunu bir tutulma bu.teneşir,matem,mermer,fatiha..dikildim selamlıyorum dünyayı bir mezarlığın orta yerinde.sayıların birbirine kavuşma arzusu bu konuda karar mekanizması olan düzlemin her zamanki donukluğuyla reddediliyor.zihnim katilleri maktüllerden uzaklaştırmaya çalışırken,iki rakam arasında ,sonsuz sayıda güve,kıyıyı köşeyi didikliyor.benim düşüncemde bir aklanma peşinde değil katiller çoğu zaman.kibirliler.zehri ve küfrü,türlü cambazlıkla koynuna sokuverirler insanın.yetenekliler.
bir cinnet eşiğinde, o mel’un gazeteyi aklımın balkonuna fırlatan çocuğa taş atmak için koşuyorum can havliyle. bilmem kaçıncı sayfa haberleri, ekonomi, bankalar...
oysa çocuk, o gazetenin eflatun sütunlarına sığmayacak kadar geniş ve yüksek.suçsuz.
bana meleklerden bahsedin.uyuyamıyorum.
duvarların,taşların,savaşların gürültüsünden uyuyamıyorum.yahut bir kuyu bulun.yosunsuz bir kuyuya sarkıntın dilimi.hiç bir kervancı susamasın.kuyunun kuru sonsuzluğunda çırpınabilir gevezeliğim.dayanamıyorum.
duvarların,taşların,savaşların gürültüsünden uyuyamıyorum.yahut bir kuyu bulun.yosunsuz bir kuyuya sarkıntın dilimi.hiç bir kervancı susamasın.kuyunun kuru sonsuzluğunda çırpınabilir gevezeliğim.dayanamıyorum.
güvercini tel arkasında görmeye, dağa kükreyen cüceye, dağın boyun büküşüne,çocukların gözlerine yuvalanmış bu, bu...
burada bitsin bu yazı.
burada bitsin bu yazı.
19 Mayıs 2011 Perşembe
“anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “bir çiçek var. sanırım o beni evcilleştirdi.”
“olabilir. dünyada her şey mümkündür.” dedi tilki.
“ama bu çiçek dünyada değil.”
tilki şaşırmıştı. “başka bir gezegende mi?”
“evet.”
Etiketler:
benibirgezegenyuttu
13 Mayıs 2011 Cuma
"ellerimi bahçeye dikiyorum,
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklar"
F.Ferruhzad
Etiketler:
benibirgezegenyuttu,
F.Ferruhzad
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)